Halk ozanımız Aşık Veysel’in “benim sadık yârim kara topraktır” mısralarında vazgeçilmezliğini, Anadolu insanının “toprak ana” deyişiyle üretkenlik ve kutsallığını anlamlandırdığı, günümüzde faydalanma yollarına yoğunlaşıp varlığını gözden kaçırdığımız toprak…
Bir avuç toprak çıplak gözle bakıldığında çok şey ifade etmiyor olsa da biliyoruz ki yaşam kaynıyor. Bir gram toprakta bir milyar tek hücreli organizma yaşıyor, bunların içinde on binlerce farklı tür bulunuyor. İçinde bulunduğumuz yaşam bu organizmalar sayesinde hayatta kalabiliyor.
Uzun zamandır bakteriler, mantarlar ve diğer mikropların daha iri organizmaları tehdit eden felaketlerden etkilenmeyeceği düşünülüyordu. Bir kere bu mikroskobik canlılar sayıca çok kalabalıktılar ve hızla üreyebiliyorlardı. Ekolojik bir nişte yaşayan mikroorganizmaların genomlarının toplamını ya da mikroorganizmaların kendilerini tanımlamak olarak kullanılan biyolojik mikrobiyomun yok olma olasılığı söz konusu değildi.
Oysa son yıllarda mikrobiyologlar bu görüşü sorgulamaya başladılar. Artık alarm zillerinin çaldığına ve mikrop popülasyonunun aniden inişe geçebileceği tehlikesine dikkat çekiyorlar.
Dünyada yaklaşık 7.7 milyon hayvan türü var; bunların yüzde 80’ni böcekler ve eklembacaklılar. Oysa yeryüzünde 6 milyon mantar türü, prokaryot olarak bilinen 1 trilyon bakteri ve 200.000 protis olarak adlandırılan tek hücreli karmaşık mikroorganizmalar var.
Mikroorganizmalar sadece sayılarının çokluğu ve çeşitlilikleriyle dikkat çekmez, işlevleri de çok önemlidir. Bunlar organik maddelerin parçalanmasını, ayrışmasını sağlayan en önemli unsurlardır. Bitki türlerinin yüzde 90’nı ile aralarında simbiyotik ilişki vardır. Daha önemlisi yaşamın sürdürülmesini sağlayan karbon, hidrojen, nitrojen, oksijen, fosfor ve sülfür gibi döngüleri çalıştırırlar. Yeryüzündeki mikrobiyom, gezegenimizin ihtiyaç duyduğu yaşam destek sisteminin temel taşlarıdır.
Kozmopolit Varsayımı ilk olarak 1934 yılında ortaya atıldı. İddia şuydu: “Her şey her yerde.” Bu şu anlama geliyordu, boyutlarının küçüklüğüne ve sayıca çok olmalarına bağlı olarak mikroplar dünyanın her yerinde bulunurlar. Bölgesel farklılıklar, fiziksel engellerle değil çevresel baskılarla oluşmuştur. Büyük organizmalar fiziksel engeller nedeniyle her kıtada bulunamazlar, coğrafi engeller söz konusu iken mikroplar rüzgarların etkisiyle her yere uçabilirler. Dolayısıyla bir bölgede nüfusu azalan bir bakteri türü, bir yerden başka bir yere rahatlıkla taşınabilir, sonuçta tükenmezler.
Şüphesiz Kozmopolitan Varsayımını test etmek kolay değildir. Çünkü bir yerde bir mikrobiyal türünün bulunmuyor olması, onun orada olmadığını kanıtlamaz. Cardiff Üniversitesi’nden mikolog (mantar bilimci) Lynne Boddy, “Her şey her yerde” varsayımın artık geçerli olmadığını söylüyor. Tüm mikropları her yerde bulmanız mümkün değil, onların da biyocoğrafyası var.
Geniş kapsamlı bir mikrobiyom kaybı çeşitli felaketlere yol açabilir. Bilim insanları memelilere göre görece daha küçük olan böceklerin yok oluşunun yarattığı etkiler ile mikrobiyal yok oluş arasında koşutluk kurdular. 2020 yılında yapılan ve büyük yankı uyandıran bir çalışmaya göre böcek nüfusundaki ani bir düşüş, geri dönüşü olmayan olumsuzluklara yol açma potansiyeli taşıyordu. Pek çok ekosistemde başrol oyuncusu durumundaki böcekler; başka türlere yiyecek taşırlar, besleyici maddelerin geri dönüştürülmesini ve gübrenin eşit dağılımını sağlarlar, haşereleri kontrol altında tutar ve bitkileri tozlaştırırlar. Başka bir araştırmaya göre ise böcek sayısındaki azalmanın yansıması gezegen ekosisteminin çöküşü anlamına gelebilir. Mikrobiyal çöküş ise bundan daha beter sonuçlar doğurabilir.
Mikrobiyal yok oluşu tespit etmek hemen hemen imkansızdır. Kaldı ki bugün çok sayıda mikroorganizma türü henüz tanımlanmış bile değil. Bu nedenle bizi esas şaşırtması gereken şey, mikroorganizmaların yok olmadığını söylemek olmalı.
Bazı türler şimdiden yok oldu bile. Bir hayvan veya bitki yok olduğu zaman taşıdıkları mikroorganizmalarını da beraberinde götürür. Bu gidişatın kanıtları daha çok toprak mantarlarında belirgin. Bunların pek çoğu, yaşam döngülerinin büyük kısmını mikroorganizma olarak geçirirler. Bunlar yer altında ağaç kökleri üzerinde soğan şeklinde mantarlar üretirler. Bunları tespit etmek kolaydır ve yer altındaki orman çeşitliliğinin bir göstergesi olarak algılanırlar.
Ne var ki 1980’lerde yer altında her şeyin yolunda gitmediği yönünde işaretler alınmaya başlandı. Hollanda’daki Wageningen Üniversitesi’nden Eef Arnolds, yer altı mantarlarının tarihsel kayıtlarını karşılaştırdı. 1912 ile 1954 yılları arasında türlerin ortalama sayısı 71 iken 1980’lerin ortalarında bu sayı 38’e düştü. Benzer düşüşler Avrupa’nın farklı yerlerinde de görüldü. Arnolds bunun iki nedeni olduğunu söylüyor. Biri hava kirliliği, diğeri ise orman yönetimi. Yoğun orman yönetiminde yerel ağaçların yerine yerel olmayan ağaçların dikilmesi doğal döngüyü bozuyor.
Yok oluş sadece sayısal azalmayla ilgili değil. Toprak ekosisteminde hep aynı mantarın egemen olması, egzotik olanların kaybolması da bir türlü belirti. Bu olguya “toprak homojenizasyonu” deniliyor. Benzer şekilde çeşitliliğin azalması bakteri ve virüslerde de görülüyor.
Mikrobiyata kaybının yol açacağı felaketleri Newcastle Üniversitesi’nden Tom Curtis şöyle özetliyor “ Dünya üzerinde son mavi balina veya son panda ölürse bazı olumsuzluklar yaşarız. Ama bu, dünyanın sonu olmaz. Ancak amonyağı oksitleyen son iki mikroorganizma yok olursa ortaya bambaşka bir tablo çıkar.
İtiraf etmeliyim ki bu yazıyı hazırlarken “Toprak Bayramı” konulu bir kanunun varlığından haberdar değildim. 1945 yılında çıkarılan 4760 sayılı Toprak Bayramı Kanunu’na göre her yıl 11 Haziran’ı takip eden ilk Pazar günü Toprak Bayramı, 11-17 Haziran tarihleri arası ise “Toprak Haftası” olarak kutlanmakta.
Sağlıklı bir yaşamın temeli olan sağlıklı topraklarla beslenmek, gelecek nesillerin sağlığı ve refahı için elzem olan toprak varlığımızı genç Cumhuriyet’in ön yıllarında kabul edilen kanun ile bayram havasında sahiplenirken bugünlerde bayram heyecanını kaybetmiş, toprağa destek vermek için çağrı ve toprakla ilgili farkındalığı artırmak için çaba gösterilen günlere şığının olduk.
Akıl, insana doğanın diğer canlılara sunduğu kaliteleri kazandırmak için takılmış bir araç. İnsan da akılla tanımlanan bir canlı. Ancak 1945’lerde bayramını kutladığımız toprak ananın bugünkü durumunu gördüğümüzde “insan kendinin kurdu” demekten uzak kalamıyoruz.
Toprağımızı korumak; sadece bugünkü kuşakların değil, gelecek kuşakların da yaşam kalitesini etkileyecektir.
KAYNAK:
1) Herkese Bilim Teknoloji, 8 Haziran 2023
2) Reis Gıda, 11 Haziran 2023 Basın Açıklaması
Necdet BUZBAŞ
TOBB Gıda Sektör Meclisi Başkanı