Sayın Bakanım, Bakan Yardımcım 18 EKİM 2017
Sayın Gıda ve Kontrol Genel Müdürü Fairmont/İSTANBUL
Sayın Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürü
Değerli Bürokratlar,
AKADEMİA’nın Değerli Üyeleri
Sevgili Konuklar
Medyanın Değerli Temsilcileri
Türkiye Gıda Sanayii İşverenleri Sendikası (TÜGİS) ve Sürdürülebilirlik Akademisi (SA) işbirliğinde, GTHB’lığı ve Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Türkiye Temsilciliği destekleriyle 3’ncüsünü düzenlediğimiz Dünya Gıda gününde buluşma etkinliği, Sürdürülebilir Gıda Konferansı’na hoş geldiniz.
Sizleri TÜGİS Yönetim Kurulu adına saygı ile selamlıyorum.
Dünya Gıda Günü; her yıl 16 Ekim haftasında, Dünya’nın 150’ye yakın büyük kentinde eş zamanlı olarak gerçekleştirilen bir etkinlik. 1980 yılından beri düzenlenen bu etkinlik, FAO’nun Roma Merkezinde her yıl belirlenen bir temayı esas alarak dünyada var olan açlık sorununa dikkat çekmeye çalışıyor, topluma mesaj göndermek açısından önemli bir fırsat oluşturuyor.
TÜGİS olarak on yıldır Dünya Gıda Günü etkinliğini İstanbul’da gerçekleştiriyoruz. GTHB ve FAO Türkiye Temsilciliğinin bu yıllarda verdikleri destekler için teşekkür etmeyi bir görev addediyorum. Son üç yılda etkinliğin içeriğini daha kapsamlı kılmak adına “Sürdürülebilir Gıda” kavramı ile zenginleştirdik. Böylece Dünya Gıda Gününde sadece dünyada açlık çekenlerin sorunları ile ilgilenmek ile yetinmeyip tüm insanlığın gelecekteki beslenebilmelerinin nelere bağlı olacağının tartışıldığı boyutlara taşıdık, bir başka ifade ile “Sürdürülebilir Gıda”yı odak noktasına konumlandırdık, gıda sistemlerinin dönüşümü ile nasıl çözümler üretebileceğini tartışmaya açtık.
FAO’nun 1980 yılında başlattığı tüm iyi niyetli açlıkla mücadele çabalarının, bugüne dek dünya üzerinde açlık çekenlerin sayısında somut bir azalmaya çare olmadığını üzülerek belirlemiş durumdayım.
Hafızalarımızı biraz zorlarsak, 1996 yılında Roma’da yapılan Dünya Gıda Zirvesinde, zirveye katılan Devlet ve Hükümet Başkanları O zaman ki dünyadaki aç insan sayısı 900 milyonun 20 yıl sonra yarıya indirilmesi gibi bir hedef koymuşlardı. Yani 2015 yılında dünya aç insan sayısının 450 milyon olması hedefleniyordu.
2016 yılında bir önceki yıla göre 38 milyon artışla bugün dünyadaki aç insan sayısı 815 milyona ulaşmıştır. 10 yıldan uzun bir süredir istenilen düzeyde olmasa da tedricen azalma gösteren açlık, Dünya genelinde yaşanan savaşlar ve iklim değişikliği nedenli, yaşanan doğal felaketlerle (ABD’de Harvey ve Irma Tayfunları) artışa yön çevirmiştir.
Gelecekte sorunların daha da ağırlaşacağı dikkate alınarak sadece 815 milyon aç insanın değil 7,5 milyar dünya nüfusunun tamamının gıda güvenilirliğinin sağlanmasının tüm boyutlarıyla tartışılmasının, çözümler üretilmesinin ve bunların uygulamaya konulmasının gecikmiş olunsa da zamanı olduğu kanaatini taşıyorum.
Hatırlanacağı üzere 25-27 Eylül 2015 tarihinde New York’da yapılan BM’ler Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesinde 193 ülke yoksulluk ve açlığı bitirmek, gezegeni korumak ve herkesin refahını sağlamak gibi çok iddialı bir taahhütte bulundular. 17 Madde ve 169 alt başlıktan oluşan “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri” adlı bu taahhütname 2030 yılında açlığı sıfırlamayı hedefliyor.
Sürdürülebilirlik, sözlük anlamıyla kesinti ya da azalma olmadan varlığını devam ettirebilme kapasitesi olarak tanımlanıyor. Günümüzde ise; dünyada var olan her türlü kaynağın itinayla, gelecek nesilleri de gözeterek tüketilmesi gerektiğini içeren sosyal bir bakış açısına evrilmiştir.
Dünya nüfusundaki artış, gelişmekte olan ülkelerin protein ağırlıklı beslenmeye yönelişleri, refah düzeyi ile paralel artan konforizm ve buna bağlı artan enerji talepleri… “Artan talep azalan arz ve yok olan gezegen kaynakları” temel ikilemi oluşturuyor.
Küresel Ayak İzi Ağı (Global Footprint Network) 1987 yılından bu yana her yıl önemli bir gerçeği açıklıyor. İnsanoğlu bir yıl içerisinde üretebileceğinden daha fazla doğal kaynak tüketiyor. Tükettiği fazla kaynağı geri verilmemek üzere bir sonraki yıldan ödünç alıyor.
İnsanlığın doğa üzerindeki yıllık talebinin, dünyanın bir yılda sağlayabileceği kapasiteyi aştığı gün “Dünya Limit Aşım Günü” olarak tanımlanıyor. İşte bu Dünya Limit Aşım Günü tam olarak biraz önce dillendirdiğim temel ikilem gerçeğini yansıtıyor.
İlk kez 1987 yılında 19 Aralık olarak belirlenen Dünya Limit Aşım Günü (bir başka deyişle borçla yaşama şeklimiz), 30 yıl içinde Ağustos ayına kadar geriledi, bu yıl 2 Ağustos olarak gerçekleşti. Üretim ve tüketim arasındaki gittikçe artan bu dengesizlik eğer çaba göstermez isek 2050 yılında yaşamı iflasa götürecek…
Su, hava ve gıda tüm canlı organizmaların yaşamının sürdürülebilir kılınması için temel ihtiyaçlardır. Gıda’nın yenilenebilir kaynaklardan sağlandığı dikkate alındığında “Sürdürülebilir Gıda” üretim tüketim dengesizliği sorununun üretim artışı ve tüketim azalışı ile çözümlenebileceği sonucuna bizi götürür ki konferansımızın ana teması bu noktaya odaklanmaktadır.
Özetle “Sürdürülebilir Gıda’nın iki ana bölümde ele alınması gerektiğinin altına çizmek isterim;
- Birincil Üretim (Yetiştiricilikte) sürdürülebilirliğin sağlanması, hammadde kaynağımız
- Tüketimde (işlenmiş ve/veya birincil üründe) Sürdürülebilirliğin sağlanması.
Birincil üretimde Sürdürülebilirliğin sağlanmasında belirgin risklerimiz; küresel ısınma ve bunun yol açtığı iklim değişikliği, su kaynaklarındaki yetersizlik ve tarıma elverişli alanların giderek azalması olarak sıralanabilir. FAO tarımsal üretimin sürdürülebilir olması ve gıda güvenirliğinin güvence altına alınması adına “aile çiftçiliği”nin gerekliliğine dikkat çekiyor. Nitekim bu yıl 9 Ekim’de açıkladığı “Gıda ve Tarımın Duruma 2017 Raporu”nda gelişmekte olan ülkeler için kırsal dönüşümün büyük öneme sahip olduğunun altını çizdi. Ancak trendler yazık ki ters yönde ilerliyor. Küçük üreticiler oyun dışı kalırken, orta ve büyük ölçekli şirketler tarımsal üretimin yeni oyuncuları arasına katılıyor. Ülkemiz açısından kırsaldaki istihdamın nasıl tutundurulacağı en önemli sorunlarımızın başında geliyor. Türkiye kırsal nüfusu azalan ülkeler arasında 1 milyon 567 bin azalma ile 9’ncu sırada yer alıyor. Ülkemizde tarımla uğraşanların yaş ortalamasının 52’yi geçmiş olması genç nüfusu çiftçiliğe nasıl yönlendirebiliriz sorusunun epey geciktiğine işaret ediyor.
Genelde plansız ve rasgele biçimde gerçekleşen kırsaldan kaçış göçleri kentlere pek çok sorunu da beraberinde taşımaktadır. Çarpık kentleşme, işsizlik ve eğitimsizlik gibi temel sorunların yanında sayısız sosyal, siyasal ve ekonomik sorun göçlerin doğal sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kentler ne yazık ki yeni sorunlara çözüm üretmekte göçlerin hızı oranında karşılık verememektedir. Ancak asıl sorun kırsaldan kentlere kaçış sonucu geride bırakılan topraklarda yaşanmaktadır. Üretimin Sürdürülebilirliği için olmazsa olmaz insan varlığının kaybı kuşaklar arası bilgi ve deneyim aktarımı zincirindeki kopuklukları beraberinde taşıyarak entelektüel hafızanın yitirilmesine neden olmaktadır.
Tüketimde Sürdürülebilirliğin sağlanmasının önündeki en büyük sorun ise israf. Dünya tahıl üretiminin %30’u, sebze ve meyvelerin %40-50’si, yağlı tohumların %20’si, et ve süt ürünlerinin %30’u israf edilmektedir. Dünya gıda üretiminin üçte biri yani 1.3 milyar tonu israf edilmekte, bunun parasal değeri 1 trilyon dolarlara ulaşmaktadır. Gıda israfına sadece para kaybı olarak bakmak doğru olmaz. Yakıt, gübre, su, zirai ilaçlar ve emek kayıplarını da dikkate almak durumundayız.
Ayrıca çürüyen atıkların yaydıkları metan gazının sera etkisi karbondioksite göre 23 kez daha fazladır.
Gıda Sürdürülebilirliğinde en büyük risk olarak tanımlamaya çalıştığımız iklim değişikliği öyküsünde en etkin faaliyet ulaşımdır. Kullandığımız araçlar, yaptığımız uçak seyahatlerinin oluşturduğu sera gazı salınımları yanında gıdanın küresel ölçekte yer değiştirmesi (gıda milleri) fosil yakıt kaynaklı toplam sera gazı salınımlarının yüzde 13’ünü oluşturuyor.
Çözüm amaçlı Fosil yakıtlara alternatif olarak sunulan biyoyakıtlar (biyoetanol ve biyodizel), gittikçe küçülen tarım arazilerinin gıda üretimi dışı kullanıma tahsis edilmeleri nedeniyle başlı başına bir sorun teşkil ediyorlar. 2009/2010 sezonunda ABD’deki mısır üretiminin yüzde 35’inin biyoetanol için kullanılması yanlışlığın vehametini ortaya koyuyor.
Sonuç olarak, ulaşım ve taşımacılığın tamamen biyoyakıtlarla çalıştırılması sadece ham bir hayaldir. Üretimi biyojenik atıklarla (atık yağ, saman, sulu çamur, gübre, mezbaha atıkları, evsel atıklar) sınırlanmadığı taktirde biyoyakıtlar gıda sürdürülebilirliğinde tarihi bir hata olarak yer alacaklardır.
Sayın Bakanım, Bakan Yardımcım
Değerli Konuklar,
Özel Şirketler, sadece bulundukları ülkelerin ekonomi ve istihdam alanlarındaki etkin bir aktörü değil, aynı zamanda kültürlerini etkileyen, toplumun sosyal yaşamını yönlendiren bir özelliğe de sahiptir.
Küresel ısınma, iklim değişikliği ve gıda Sürdürülebilirliği konusunda özel kuruluşlara büyük sorumluluklar düşmektedir. Paris Anlaşmasında olduğu gibi Devletler imzaladıkları anlaşmalardaki yükümlülüklerini yalnız başlarına değil özel kuruluşları paydaş kılarak gerçekleştirebileceklerini fark etmişlerdir. Nitekim, BM’lerin küresel çapta kişi başına atık ve kayıpların 2030’a kadar yarıya düşürülmesi hedefine ulaşmak üzere hedef açıklayan ülkeler dünya nüfusunun yüzde 28’ini temsil ederken, dünyanın en büyük 50 gıda şirketinin yüzde 60’ında bir gıda kaybı ve atık azaltma hedefi olması şirketlerin hedef koyma konusunda hükümetlerden daha ileri seviyede oldukları FAO verileri olarak raporlanıyor.
Ülkemizde de gıda sanayinin kurumsallaşmış şirketleri, 21’nci yüzyılın değişen bu gerçekliğini dikkate alarak iş modellerini gözden geçirmekte, ticari tasarımlarını yeni baştan kurgulamaktadırlar.
Faaliyetleri sonucu sağladıkları karlarının bir kısmını şirketin sürdürülebilirliği alanında yatırıma yöneltirken bir kısmı ile ise sürdürülebilirlik ile ilgili sosyal bir misyonu finanse edebilmektedirler. Nitekim bugün bizleri bir araya getiren bu konferansın gerçekleştirilebilmesi bu misyonun bir ifadesidir. Değerli katkılarını esirgemeyerek konferansın gerçekleşmesine destek veren Ülker, Pınar, Ziraat Bankası, Ünilever, Reis, Anadolu Efes, S.Fresh, Balparmak, Intertek, Sunar Grup, Metro, Eksper, Cargill ve Aroma gibi kuruluşlarımıza huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Verilen bu katkı ve desteklerin bir sosyal sorumluluk projesi anlayışı ötesinde yaşanacak sorunların çözümünün bir parçası olmak gayret ve anlayışının sonucu olduğuna inanıyorum.
Saygıdeğer Bakanım, Bakan Yardımcım
Değerli Konuklar,
Bugünkü konferansın gerçekleştirilmesinde özverili çalışmalarıyla dikkat çeken iş ortağımız Sürdürülebilirlik Akademisi Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyelerine, Şahsınızda destek ve katkılarını esirgemeyen Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı değerli bürokratlarına, FAO Türkiye Temsilciliği Başkanı ve çalışanlarına, siz değerli konuklarımıza teşekkürlerimi arz ediyorum.
Konferansın başarılı geçmesini dileyerek saygılar sunuyorum.
Necdet Buzbaş
TÜGİS Yönetim Kurulu Başkanı
necdet.buzbas@tugis.org.tr